İstanbul Depremi

17 Ağustos 1999’da saat 03:02’de meydana gelen ve Gölcük merkezli depremde büyük can ve mal kaybı meydana gelmesinden sonra İstanbul’da meydana gelebilecek büyük şiddetli bir deprem konuşulmaya başlandı. Günümüze kadar geçen çeyrek asırlık süreye rağmen halâ beklenen o büyük İstanbul depremine hazır olmadığımız görünüyor. Devlet bazı önlemler alsa da, yetersiz oluyor. Bunun sebebi İstanbul’da yenilenmesi gereken 250 binden fazla binanın olması, yani milyonlarca insanın hayatının tehlikede olmasıdır.

Bugün 2 Ekim 2025 tarihinde saat 14:55’te Marmara Ereğlisinde, Marmara Denizi’nin 18 km açıklarında 5 şiddetinde bir deprem meydana geldi ve İstanbul depremini yine hatırlamış olduk. Depremin çok kısa sürmesi çok büyük bir şans. 6 Şubat 1923 tarihli Kahramanmaraş depremlerinde meydana gelen yıkım ve can kayıpları sonucunda toplumda bir tedirginlik oluştu ve her deprem vatandaşları korkutuyor.

Son birkaç depremi hatırlayacak olursak Balıkesir ve Ankara’da meydana gelen sarsıntılar akla geliyor. 23 Nisan 2025’te Marmara denizinin ortasında 6 şiddetinde bir deprem olmuş ve İstanbul’da hissedilmişti, herhangi olumsuz bir durum yoktu. Aynı şiddetteki deprem Balıkesir’in bir ilçesinde meydana gelince can kayıpları oldu. Balıkesir depreminden bir saat kadar önce de öncül bir deprem meydana gelmişti. Depremlerin kesin tarihini veya saatini belirlemek elimizdeki teknolojiler ile mümkün olmasa da, ben ne olur ne olmaz diye bugünkü depremden sonra bir saat sokakta bekledim. Hava koşullarının henüz kötü olmaması da başka bir şans bizim için.

Çevre illerde meydana gelen depremler İstanbul’da tedirginlik yaratmak için yeterli olsa da en son Marmara (yani İstanbul) depremi 23 Nisan 2025 te meydana gelmişti ve yüzlerce artçı deprem meydana gelmiş, sarsıntılar bir haftadan uzun sürmüştü. Ulusal basın yayın kuruluşlarının 6 Şubat felâketi ile beklenen İstanbul depremi hakkındaki haberleri bir arada verildikleri vatandaşta bir endişe oluşmuştu. Ancak olumlu şeyler de oldu, devletimiz çok sayıda önlem aldı. Depreme hazırlıklı bir şekilde beklemeye başladı. Bazı binalar yenilendi, diğerlerindeki hasarlar belgelendi. Yani boş durulmadı, bir şeyler yapıldı.

Kahramanmaraş’a nazaran daha sık yerleşmiş olan binalar İstanbul’da büyük bir yıkım olması halinde sorun çıkarabilir. Sadece bir uzmanın değil, neredeyse her uzmanın öncelikli olarak belirttiği hususlardan biri binaların yıkılması halinde yolların kapanacak olması ve ambulansların, kurtarma ekiplerinin müdahalesinin çok gecikecek olmasıdır. Bu nedenle vatandaşların kendileri alacakları önlemler de büyük önem taşımaktadır. Bir gün Ankara’da, diğer gün Balıkesir’de, Tekirdağ’da … meydana gelen depremler bizi deprem gerçeğine alıştırsa da alışmak iyi bir şey değil, her zaman depreme hazır olmalıyız. Önlemlerimizi almalıyız.

23 Nisan 2025 tarihli Marmara depreminden sonra uzmanlar çelişkili açıklamalar yaptılar. Bazıları daha beteri olacak diye neredeyse yemin ettiler, deprem bitti ve başka deprem olmayacak diyenler de onlar kadar kesin konuştu. Dolayısıyla hem deprem olma ihtimali ile yaşadık, hem toplum paniğe kapılmaktan kurtuldu.

Düşündüğüm zaman ben de bir tereddüt içinde kalıyorum. Evet, önlemler alındı ve alınıyor. Devletimiz de her türlü müdahaleye hazır. Ama Kahramanmaraş’taki gibi bir deprem 16 milyon nüfuslu İstanbul’da ve onun dar sokaklarında meydana gelirse nasıl bir manzara oluşacağını tahmin edemiyorum.

Günümüzün Savaşları

Savaş deyince beynim duruyor, bir şey söyleymiyorum. Televizyonlardan izlediğim felâketler ve katledilen masum insanlar geliyor gözlerimin önüne. Konunun uzmanı değilim, biraz geç de olsa duygu ve düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Bu güne kadar söylenmedik ve yazılmadık şey kalmadı. Birkaç cümle de benden. Söylemek istediğim çok şey var, ama hem nereden başlayacağıma karar veremiyorum hem de yazmak zor geliyor. Bu yazı uzun zaman boyunca taslaklar şeklinde ilerleyecek ve onu tamamlamam belki de aylarımı alacak. Adım adım ilerleyeceğim.

Son zamanlarda televizyon yayınlarında karşımıza “stratejist, araştırmacı, ..” v.b. ünvanlara sahip kişiler çıkıp konuşuyorlar ki, bunlar savaşı yaşamış olan insanlar değil. Afetler çeşit çeşittir, seller, depremler, orman yangınları, savaşlar… Afetler ile ilgili bir durum var. Meselâ depremi ele alalım. Okullarda öğrendiğimiz ve kitaplardan okuduğumuz deprem şiddetleri dağları ters çevirecek güçtedir ve çok büyük merakla, sükûnetle okuyoruz. Depremin ne olduğunu ise orta şiddetli bir deprem bizi hoplatıp sarstığında anlıyoruz. Teori ile pratik, yani tecrübe insanda farklı şiddette izler bırakıyor.

Savaşlar binlerce yıldır devam ediyor, çünkü Dünya’nın kaynakları kıt. Birinin karnı doyunca, diğeri aç kalıyor. İnsan sürüleri ekilebilir tarım arazileri için ve petrol gibi enerji kaynakları için savaşıyorlar. Savaşları durdurmak konusunda ben ümitsizim. Bana öyle geliyor ki, savaşlar her zaman olacak.

Her şeye rağmen barışı savunuyorum. Her zaman istemişimdir ki, süper güçler barış içinde yaşayarak diğer ülkelere örnek olsunlar. Ancak bunlar yüz yıllar boyunca birbirilerinin canlarını öyle yakmışlar ki, nefretten gözleri hiç bir şeyi görmüyor. Bilime yatırımlar yapılarak gıda sıkıntısına bir çözüm bulunabilir, teknoloji ilerletilerek Dünya daha yaşanası bir yer haline gelebilir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında milyonlarca kişi öldü, yüzbinlerce kişi intihar etti, şehirler yerle bir oldu. Savaş her zaman kan ve göz yaşı getiriyor. Tekrar aynı yıkımın yaşanmaması için ülkeler Birleşmiş Milletler çatısı altında birleştiler. Adolf Hitler benzeri işgalciler harekete geçtikleri zaman Birleşmiş Milletler de harekete geçip asayişi sağlıyor. İşgal plânları olanlar için Birleşmiş Milletler bir numaralı engeldir, dolayısıyla herkes tarafından onaylanmıyor.

Savaşları durdurmak imkânsız gibi bir şey, bu durumda savaşlar er ya da geç bizim kapımıza da dayanıyor ve ister istemez biz de taraf oluyoruz. Ama eğer saldıran biz olacak isek, yani “işgalci, fatih, …” ya da adına ne derseniz biz olacak isek, karşımızda Birleşmiş Milletleri buluruz. Irak’ın Kuveyt’i işgal etme girişimi üzerine Birleşmiş Milletler harekete geçti ve hava saldırılarında on binlerce ton patlayıcı atıldı, milyonlarca Iraklı öldü. Saddam Hüseyin’in kimyasal silâh ürettiği de söyleniyordu, ancak bu ispatlanamadı. Batı ile İran arasındaki sürtüşmeler devam ederken sıra kimde diye düşünmeye başladık. Bölge kızışmıştı.

Ben barışı savunuyorum ve barış istediğimde sadece savaşın ne kadar kötü olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Milyonlar katlediliyor, on binler intihar ediyor ve dile getirmek istemediğim bir sürü kötü şey daha oluyor. Barış istemek güçlü olandan barışı dilenmek değildir, bir farkındalık durumudur. Gerçek barış savaşa her zaman hazır olarak sağlanır, barış isteyen ülke caydırıcı bir güce sahip olmalıdır. Bu kadar mı, bitti mi? Bu kadar basit mi mesele? Tabi ki, hayır. Devamı var. Barış olması için “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lidere sahip olmak gerekiyor. Yani barışı istemek, barışçı bir politika sürdürmeyi gerektiriyor.

Son yıllarda önce Ukrayna Rusya Savaşı başladı. Haritada bize uzak olan bir bölge olduğu için oranın hassasiyetlerini, şartlarını bilmiyordum. Bugün de çok şey bildiğim söylenemez. Ancak Ruslar ile Ukraynalılar aynı soydan ve aynı dilden gelmektedir. Geçmişteki bazı siyasi olaylar nedeniyle ayrı yaşıyorlardı. Rusya, kendi sınırındaki bazı azınlıklara yapılan kötü muameleyi öne sürerek Ukrayna’ya saldırdı. Saldırının ilk haftalarında 2 binden fazla Rus askeri ailelerine teslim edilmek üzere buz dolaplarının içine sokuldu. İki tarafın da kayıpları az değil ve savaş ilerledikçe barış anlaşması yapma ihtimali gittikçe azalıyor. Günümüzde Rusya, “tüm Ukrayna’nın Rusya’ya ait olduğunu” söylüyor. Rusya’nın yaptığı son açıklamalarda ise meselenin toprak meselesi olmadığı, Rusya’nın kendi sınırlarında NATO ortağı bir ülkenin bulunmasını sakıncalı bulduğu söyleniyor. Rusya’nın asıl meselesi Ukrayna’nın NATO ile ortak hareket etmesi imiş.

NATO’nun desteğini alarak ve topraklarındaki yer altı kaynaklarını vererek satın aldığı silâhlar ile Ukrayna, yenilmeden bu güne kadar gelebildi. Dönem dönem barış anlaşmaları yapmak üzere masaya oturulsa da bunlardan daha sonuç çıkmadı. Ufukta savaşın devamı var. Barış, yani anlaşma tek yol ile olabilir: iki tarafın karşılıklı olarak tavizler vermesiyle. Ancak bu kadar çok asker kaybettikten sonra Rusya hiç bir şey almadan ayrılmaz, Ukrayna da hiç toprak kaybetmek istemez. Çok bilinmeyenli bu denklem nasıl çözülecek?

Sonra yakınımızdaki Filistinde sorun çıktı. Hamas’ın askerleri 1300’e yakın Musevi askeri öldürdü veya esir aldı. Bunun üzerine kendilerine mücahit diyen ve kendilerini bu savaşın tarafı olarak görenler ki, savaş varsa taraflar da vardır, büyük heyecan ve zafer coşkusuyla mesut oldular. Ancak İsrail’in cevap vermesi uzun sürmedi ve bir dram yaşandı. İsrail’e saldıranlar o toprakları Arap toprağı ve daha ötesi Müslüman toprağı olarak görmektedir. Aynı durum Musevilerde de var, onlar da oraya “Tanrı tarafından vaad edilmiş topraklar” diyorlar. Her iki taraf da ölen kendi askerlerine şehit diyor ve onların cennete gideceklerine inanıyorlar. Aslında yüzlerce yıl önce beraber yaşamış olan bu toplumların inançlarında ve ibadetlerinde büyük benzerlikler olmakla beraber günümüzde baki kalan tek şey savaştır.

Daha önce Adolf Hitler’in onlarca milyon insanın ölümünden sorumlu olduğunu söylemiştim. Adolf Hitler, onayladığım ve desteklediğim bir lider değil. Ancak günümüzdeki tabloya baktıkça Adolf Hitler’in kitabından bazı bölümler geliyor aklıma. Adolf Hitler’in söylediği şeylerden birisi “batılı ülkelerin doğu veya orta doğu ülkesine saldıracakları zaman o ülkenin topraklarında yaşayan bir topluluğu (azınlığı) bahane ederek savaşı o topluluğu kurtarmak amacıyla başlattıklarını iddia etmeleridir”. Rusya’da benzer bir durum mu var? Kim bilir?

Bir diğer nokta da Adolf Hitler, tüm Alman Irkı’nı birleştirmek için ortak bir hedef, bir düşman olarak Musevileri göstermesidir. Adolf Hitler, Musevilerin Almanya’ya saldırı halinde olduklarını yazıyor. Ama yazmadığı bir şey var. Musevilerin dini inançlarında düşmana saldırırken sadece askerleri değil, kadınları, çocukları, yaşlıları ve hatta ev hayvanlarını öldürmek bile emrediliyor. Bu inançları günümüz Gazze’sinde sürdürüyorlar. Taş üstünde taş bırakmadılar, on binlerce kişi öldürdüler. Sağ kalanların durumu da vahim. Böyle bir inanca sahip bir topluluk Adolf Hitler gibi bir psikopatın gözünden kaçmadı galiba.

İsrailli yerleşimciler geçmiş yüzyılda adım adım Filistin topraklarını ele geçirdiler ve son durumu tüm Filistin topraklarını ele geçirmek için bulunmaz bir fırsat olarak görüyorlar. Dünya’daki protestolara rağmen, 400 milyondan çok fazla olan Arapça konuşan nüfus ise Filistin için fiilen savaşmadı. Hatta çok sayıda Arap ülkesi, İsrail’in müttefikleri ile müttefik. Kendi sınırları içinde onların askeri üstlerini barındırıyorlar. Konu gayet açık, çölde petrol satmadan yaşamak mümkün değil ve Araplar petrollerin müşterileri ile iyi geçinmeye çalışıyorlar.

Tüm Dünya’da tepkiler oluştu, çok sayıda siyasetçi açıklamalar yaptı. Peki bu siyasetçilerin sesi neden cılız çıktı biliyor musunuz? Çünkü onlar barış isterken, aynı zamanda Musevileri öldüren savaşçı grupları destekliyorlardı. Yani onlar da bir taraf idi.

Kimin haklı olduğunu aramak yerine, mevcut şartlar altında Gazze’de bir trajedi yaşandığını görmek gerekiyor. Onbinlerce çocuk savaş ve açlık nedeniyle öldü. Hukuken kendisine dayanaklar yaratmış olsun veya olmasın, İsrail aşırıya kaçmaktadır. Sivil hedeflere saldırdığını her gün televizyon haberlerinde iziliyoruz. İsrail, mevcut durumdan faydalanarak orantısız bir şiddet uyguluyor. Eğer bu savaş kurallarına uygun ise, bu kurallar bir an önce değiştirilmeli. İnsan hayatı değerlidir ve her türlü ideolojiden üstündür. Şu an bölgedeki yardımların dağıtılmasında sıkıntı var. Türk Milleti, böyle bir durumda kendisi birkaç hafta aç kalır ve Gazze’ye yardım gönderir. Ancak yardımların çocuklara ulaşması engelleniyormuş.

Ben bu yazıyı uzun sürede yazacağımı söylemiştim ve ben yazımı tamamlamadan Gazze’ye barış geldi. Hamas ile İsrail anlaşma yaptılar. Gazze’de tüm halk, özellikle çocuklar, sevinç içinde.

Peki bu çatışma nasıl başladı, bir düşünelim. Her şeyden önce Museviler oraya gelip yıllar geçtikçe o toprakları ele geçirmeye başladılar. Bir Arap İsrail savaşı oldu ve İsrail o savaşı kazandı, çünkü savaştan önce çok talim ve deneme yaptı. Yani savaş başlamadan önce çok tecrübe kazanmıştı. İlerleyen senelerde Filistin halkı abluka altında yaşadı. Öyle bir hayat kolay değil zaten, ama Filistin dışındaki Müslümanlar Filistinlileri sözlü olarak desteklediler ve belki de kışkırttılar. Filistin dışındaki Müslümanlar, Kur’an-ı Kerim’de yazılı olan şartların var olduğunu söylüyorlardı. Sözünü ettiğim şartlar var olduğunda Kur’an öldürmeyi emrediyor. Bununla ilgili emirler Bakara, Ali İmran veya her iki surede yer alıyor. Kur’an-ı Kerimi ezbere bilmiyorum.

Özet olarak Filistin dışında yaşayan ve Filistin’de savaş isteyen bir Müslüman kitlesi vardı. Bunun üzerine Hamas saldırdı ve İsrail cevap olarak katliam yaptı. Yani o da kendi dininin emirlerine uydu. Düşmanı öldürme kuralı ve emri her iki tarafın kitaplarında var. Önemli olan daha yapıcı ve olumlu bir yaklaşıma sahip olmak, barışı istemek. Ancak İsrail’in o coğrafyada işgal niyetiyle bulunduğunu bilmek işleri zorlaştırıyor. Filistin konusu kanayan bir yara, orada her zaman çatışma çıkma ihtimali var. Ama bugün yapılan barışın değerini bilelim, Filistin halkı birkaç iyi gün görsün.

Statik Proje Tasarımı

İnşaat Mühendislerinin genel olarak iş bulma potansiyeli ile başlayalım. İnşaat Mühendisleri Odası’nın bir basın açıklaması var: “TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulunun, Türkiyede İnşaat Mühendisleri Gerçeği: İş, İstihdam ve İşsizlik` raporu hakkında yaptığı basın açıklaması.” O basın açıklamasında inşaat mühendislerinin durumu vahim. Statik proj tasarımı her inşaat mühendisinin yapmak istediği, kulağa hoş gelen bir görev. Ama şöyle bir düşünelim, bazı mühendisler bir binanın statik proje tasarımını 2 saat kadar kısa bir sürede yapmaktadır, bir binayı inşa etmek ise aylar bazen yıllar sürüyor. Her inşaat mühendisi 5 adet şantiye yönetebiliyor. Böyle bir durumda piyasada fazla mühendise ihtiyaç olmuyor, zaten bir avuç inşaat mühendisine tüm işleri yaptırıyorlar.

Statik Proje Tasarımları nispeten az sayıda şirket tarafından yapılıyor, çünkü bu iş az sayıda mühendis ile yapılabiliyor. Son çeyrek asırdaki bilgisayar programları sayesinde statik proje tasarımları mühendis olmayan (tekniker, teknisyen) kişiler tarafından da yapılabilmektedir, mesleki teknik okullarda konu ile ilgli eğitim verilmektedir. Her işte olduğu gibi statik proje tasarımında da işlerin kalitesi ve ücreti yerden yere değişmektedir.

Birkaç katlı konut tipi yapıları yerli paket programlar ile tasarlıyorlar, bunların tamamlanma süresi (çizim paftaları ve rapor dahil) 2 saate kadar kısa bir süreye düşebiliyor. Bazı kamu binalarının betonarme yapı statik proje tasarımı ise bir diğer yerli paket program ile yapıldığı oluyor. Ancak sivil olsun, kamu olsun önemli binaların tasarımını isim yapmış şöhretli proje tasarım firmalarına veriyor. O şirketlere girmek de son derece zor. O şirketler çoğunlukla yabancı markaların bilgisayar programları ve kendi bünyelerinde geliştirdikleri programlar ile çalışmaktadır.

Statik Proje Tasarımı konusunda hem bilgim hem tecrübem var. Ancak bu yazıyı teknik bilgilerimi paylaşmaktan ziyade bir uyarı yapmak istediğim için yazdım. Yeni mezun ya da mezun olacak arkadaşların çok az bir kısmı statik proje tasarımcısı olacak. Ancak her inşaat mühendisinin statik proje tasarımını iyi bilmesi gerektiğine inanıyor. Tasarımı iyi bilen, uygulamayı da daha bilinçli yapacaktır.

Unutmadan söyleyeyim, isim yapmış firmalarda öyle 2 saatte falan proje yapılmıyor. O işler aylarca, yıllarca sürüyor. Tabi ki bu projenin çapına ve önemine bağlı.

Sosyal Medya Araçları ile Dolandırıcılık

Geçen yıl YouTube’da müzik dinlerken çıkan reklâmlarda dolandırıcıların tuzaklarını gördüm. Tanınmış kişilerin görüntülerine yapay zekâ veya başka yollar ile konuşmalar eklemiştiler. Aslında küçük olmayan (6-8 bin TL) yatırımlar ile kısa sürede büyük kâr elde etmeyi vaad ediyorlardı. Ben her gün saatlerce YouTube’daydım ve dolandırıcıların bu tür sahte reklâmları karşıma çok çıkıyordu.

Dolandırıclar tuzaklarında tanınmış iş insanlarını ve ülkemizin en ünlü holdingilerinin isimlerini kullanıyorlardı. Dolandırıcıların sistemi şu şekilde işliyordu,

  1. Öncelikle YouTube ve Facebook gibi sosyal medya sitlerinde ünlü kişilerin sahte konuşmalarıyla büyük kârlar vaad ediyorlardı.
  2. O reklâmlar bir takım sahte sitelere bağlanıyordu. Sahte siteler ülkemizin en ünlü şirketlerinin resmi sitelerinin bir çeşit taklitleri idi. Sitelerin çoğu domainleri akılda tutulamayacak kadar garip isimli idi. O sitelerdeki formları dolduran kurbanlar dolandırıcılara kişisel bilgilerini vermiş oluyordu.
  3. Sahte siteler ve domainleri Cuma günleri öğleden sonra başka şekle giriyor ve izini kaybettirmeye çalışıyordu, aynı saatlerde başka domain ile yeni sahte siteler açılıyordu.
  4. Devamını tam bilmiyorum, ama sanırım dolandırıcılar aldıkları iletişim bilgileri ile kurbanlarını telefonla arayıp dolandırıyormuş ve hatta tehdit ediyormuş.
  5. Tanınmış isimlerden sonra sıradan insan görüntüleri ile, fakat bu sıradan insanlar ile birlikte mabedlerin, dini mekânların ve kitapların görüntülerini kullanarak dolandırıcılık yapmaya devam ettiler, sanırım insanlar artık sahte ünlü görüntülerine kanmıyordu.

Dolandırıcıların reklâmları ve kullanılan holding isimleri çok olmakla birlikte bunlara sadece bir örnek olarak aşağıdaki görüntüyü verebilirim.

Çok tanınmış kişilerin isimleri kullanıldığı için ve dolandırıcılık yöntemi çok karmaşık olmadığı için hemen yakalanacaklarını düşünüyordum, holdingler ve kullanılan isimler ise aylardır mağdur idi. Geçen günlerde, yani olay başladıktan belki de bir sene sonra şüpheliler yakalandı. Olayla ilgili ayrıntıları gazetelerden okudum ve sorunun ne olduğunu anladım. Haberi birkaç gazetenin internet sitesinden okudum. Yakalanan şüpheli sayısı yetmişin üzerinde, yakalandıkları şehirlerin sayısı çok ve dolandırıp kripto paraya yatırdıkları meblâ 500 milyon ABD Dolarının üzerinde. Olayın boyutu nedeniyle sorun üç günde çözülemedi, soruşturma görevlilerinin daha uzun çalışması gerekti. Ancak olaylar netleşince hem mağdurlar hem toplum akıllarındaki sorulara cevap buldu.

Maalesef konu kapandı derken son birkaç aydır yine sahte reklâmları, yani dolandırıcıların tuzaklarını görmeye devam ettim. Şüpheliler yakalanmış olsa da yayına koydukları YouTube reklâmları halâ yayında. Karşınıza meselâ ülkemizin en tanınmış mühendisininin sahte görüntüleri çıkarsa şaşırmayın.

BİLİŞİM SUÇLARI VE BİLİŞİM HUKUKU

20. yüzyılın ikinci yarısında bilgisayarlar ve bilişim teknolojilerinde çok hızlı bir gelişme meydana geldi. Bu teknolojilerden biri de günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olan internet. İnternet hayatımızı çok kolaylaştırdığı gibi, bazı problemleri de beraberinde getirdi. Bilinen birçok suç türü internet kullanılarak işlenmeye başlandı. Klasik hukuk kuralları bu gelişmeler karşısında yetersiz kaldı ve bu açığı kapatmak için Bilişim Hukuku oluşturuldu. Bilişim Hukuku birçok mevcut yasada serpiştirilmiş halde bulunduğu gibi, doğrudan internet ve bilişim ile ilgili kurallardan oluşan yasalar da var.

Bilişim Hukuku, suçlardan ve suçlulardan korunmak amacıyla öğrenilmesi gereken bir konudur. Zira Bilişim Hukuku’nda bilişim suçlarının türleri ve yöntemleri hakkında da bilgi verilmiştir. Mağduru olmadan bilmediğimiz bu suçların tarifleri Bilişim Hukuku kitaplarında anlatılmıştır.

15-20 yıldır sosyal medyayı kullanıyorum. Blog siteleri de kurdum, ancak onlara yeterince zaman ayıramadım. Çoğunu sonradan bakımsız kaldıkları için sildim. İnternette başta fotoğraflarım olmak üzere her türlü kişisel bilgimi kopyalayan suçlular benim adımı kullanarak suçlar işlemişler. Bunların başında yasadışı bahis oynatmak, iddia kuponu satmak ve dolandırıcılık var. Bunlarla ilgili soruşturmalar ve davalar nedeniyle maddi ve manevi zararlara uğradım. Sözünü ettiğim suç türleri son zamanlarda çok yaygınlaşmış olan “kimlik hırsızlığı” ve “kişisel verilerimin izinsiz kullanılması” suçlardır. İnternette dolaşırken bu tür suçlulara rastlamak o kadar doğal oldu ki, toplum alışılması güç olan bu tür olaylara bile alışmaya başladı.

Gün geçmiyor ki televizyon haberlerinde veya gazetelerde dolandırıcılık ve kimlik hırsızlığı konularında işlenen suçlarla ilgili haberler çıkmasın. Bu tür suçlar çok yaygın olduğu için, öyle tahmin ediyorum ki, bu konular ile ilgili milyonlarca soruşturma ve dava var. Bunlar çok zaman almakla birlikte suçlular er ya da geç cezalarını çekiyorlar. Bu sadece biraz zaman alıyor. Kimlik hırsızlığı ile de ilgili çok sayıda yakalanmış şüpheli haberi de çıkıyor.

Birçok ticari firma ve devlet kurumu da dolandırıcılar ile ilgili bilgilendirme yapmaktadır ve vatandaşlardan “bilgi veya online ödeme” almadıklarını açıklamaktadır. İnternet ve telefonlarla yapılan dolandırıcılık o kadar yaygın hale gelmiş ki, kimin ne zaman dolandırıcıların hedefi haline geleceği belli değil.

Dolandırıcılar benim kimlik bilgilerimi kullanarak bir takım alışverişler yapmışlar, beni türlü türlü şekillerde borçlu gösterip hakkımda icra dosyaları açılmasına neden olmuşlar. O dosyalara itiraz etsem de, bir türlü kapanmıyorlar. Şimdiye kadar dolandırıcıların sebep olduğu icra dosyalarına kuruş ödemedim. Ancak icra takibi için arayan hukuk büroları huzurumu bozuyor. Olur da maddi bir zarara uğrarsam, kaybettiğim paranın yirmi katını suçluyu bulup paramı tahsil etmek için vereceğim. Hiç kimsede benim kuruşum kalmaz.

Dolandırıcıların sizin adınıza açılmasına sebep olduğu icra dosyalarında icra takibini durdurma kararı alınsa bile, alacaklı firmalar bu tür icraların takibini bir takım tahsilât firmalarına yönlendirmektedir. Böylece seneler sonra da bu tür tahsilât firmaları tarafından huzurunuz bozulmakta, birikmiş faizle o paraları sizden almak için türlü türlü konuşmalar yapılmaktadır. O tahsilât firmaları SMS’ler göndererek veya telefonlar ederek huzurunuzu bozmakta, siz ne kadar korkarsanız sizden o kadar para koparabilmektedir. Yani ödeyeceğiniz rakam, eğer ödemeye karar verirseniz, sizin korkunuzla doğru orantılı bir rakamdır. Bir diğer konu da internetteki bazı şikâyet sitelerinde birçok kişinin korkup da borçları olmadığı halde ödeme yaptığı hakkındaki yazılardır.

Dolandırıcılık suçu genellikle tehdit suçuyla birlikte işleniyor. Kimlik bilgilerimi çalanlar, internette hakkımda türlü türlü yayınlar yapanlar ve suçlar işleyerek üzerime atanlar ister bir adi suç bataklığının, ister siyasi bir bataklığın parçası olsunlar fark etmez. Beni korkutamazlar, ihbar ve şikâyetlerime devam edeceğim. Suçlular er ya da geç cezalarını çekecek.

Kimlik avı, hackerların yalan vaatlerde bulunarak (indirim, hediye, …) hedef kişileri kandırmaları veya başka yollar ile parola, kimlik bilgileri gibi değerli bilgileri çalmalarıdır. Bu dolandırıcılık yöntemine phishing veya oltalama denmektedir. Dolandırıcı sizin kimliğinizin kopyesini ele geçirse bile, daha fazla bilgi için sizi bir şekilde rahatsız edecektir, çünkü bu tür dolandırıcıların ilk hedefi bankalar. Sizin hesaplarınızı boşaltmak ya da sizin adınıza banka kredisi almaya çalışıyorlar. En büyük vurgunu bankalarda yapıyorlar. Yaptıkları diğer dolandırıcılıklardan bazen can yakıcı, ama bazen de çok düşük miktarda para götürüyorlar.

On senedir dolandırıcıların hedefi ve mağduruyum. Düşündüğüm zaman karşılaştığım ilk vaka Yapı Kredi Bankası’nda meydana gelmişti. 2016 yılında vadesiz hesap açmaya gittiğim İstanbul Şişli Perpa Ticaret Merkezi Şubesi’nde banka görevlisi benim kimlik bilgilerimle hesap açıldığını, ancak o hesabı açanın fotoğrafı ile benim dış görünüşümün uyuşmadığını söyledi ve beni kovdu. Bu mesele çözülmeden gelme dedi. Bir iki saat içinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne başvurmuştum. Vadesiz hesap açmak için aynı binadaki ING Bank Şubesi’ne de gittiğimde orada bir olay olup olmadığını sordum. Hayatımda hiç gitmediğim Antalya Konyaaltı Şubesi’nde birisi kimliğimin sahte fotokopisi ile 100 bin TL’lik çek bozdurmaya kalkıştığı söylendi.

Daha önce de belirttiğim gibi dolandırıcılar bir şekilde kimlik bilgilerinizi ele geçirdiklerinde ilk hedefleri bankalar olmakla birlikte, bankalar zaten o konunun uzmanı oldukları için kolay kolay başarılı olamıyorlar. Ancak bir kredi çekmeyi başardıklarında o krediyi size ödetiyorlar, ödemezseniz sonunuz hapishanede oluyor. Peki bu dolandırıcılar ve siber suçlular bankaları dolandırmak yerine başka neler yapabilir, hiç düşündünüz mü? Konu hakkında bir fikir sahibi olmanız için işleyebilecekleri suç türlerinden birkaç örnek vereceğim,

  1. Sizin adınıza rızanız ve bilginiz olmadan telefon hatları alabilirler ve o telefon hatlarını kötü amaçla kullanabilirler,
  2. Sahte nüfus cüzdanı üretebilirler ve o sahte nüfus cüzdanını kötü amaçlarla kullanabilirler. Yeni çipli kimlik kartlarınızı bir an önce almanızı tavsiye ederim.
  3. Sizin adınıza trafik cezası bile alabilirler. Sahte nüfus cüzdanını göstererek ehliyetsiz araç kullanma trafik cezası v.b. alabilirler,
  4. İnternette güvenlik önlemleri yetersiz olan, yani önce malı teslim edip sonra ödeme isteyen bir takım firmaları dolandırıp borcu sizin üzerinize yıkabilirler,
  5. Bir adreste ikamet edip elektrik faturasını sizin üzerinize yıkabilirler,
  6. Paralı televizyon kanallarını izleyip faturayı sizin üzerinize yıkabilirler, adınıza icra dosyası açılmadan önce ruhunuz bile duymaz,
  7. Kimlik bilgilerinizi çaldıktan sonra internette tuzak kurup bir takım eşya ve hayvanlar satıp ödemeleri aldıktan sonra malı teslim etmeyebilirler, yani sizin adınızı kullanarak yalan sözleşmelerle dolandırıcılık yapabilirler,
  8. Bu tür suçlular kimlik bilgilerinizi çoğaltıp izlerini kaybettirmek için kimlik ve kişisel bilgilerinizi internette çok yerde, özellikle sosyal medyada yayınlayabilirler,
  9. Bu tür ve genel olarak sorun yaşadığınız diğer suçlular sizi paraya muhtaç göstermek için, yani suçu üzerinize daha kolay yıkmak için iş hayatınızı bozmak isteyeceklerdir. Sizi işsiz bırakmalarının en kolay yollarından biri de sizin izniniz ve bilginiz olmadan sizin adınıza kumar, iddia kuponu v.b. siteleri açmalarıdır. İnternette bu tür siteler ve sosyal medya profilleri olması halinde işverenler sizi işe almazlar veya işten çıkarırlar,
  10. Bir diğer nokta da sizin kendinizin doğrudan dolandırıcıların hedefi durumunda olmanızdır. Böyle bir durumda 0850 veya oturduğunuz bölgeden başka bölgenin telefon kodu ile başlayan telefon hatlarından aramalar başlayacaktır. Bu hatların bir adresi yok, internette kayıtlı numaralar veya sokak telefonları bunlar. Birçok ticari kuruluşun 0850 ile başlayan müşteri hizmetleri hatları olsa da, bu tür hatlar dolandırıcılar tarafından da kullanılmaktadır. Umarım bir soruşturma durumunda benim telefon hattıma gelen bu tür aramalar da araştırılır.
  11. Dolandırıcılar sizi telefonla aramaya başladığı zaman tüm aileniz hedef durumuna düşebilir. Aynı telefon aramaları diğer aile fertlerinize de gelmeye başlayabilir, hatta bu kesin bir şey diyebilirim.
  12. v.b.

Bu tür suçlar işlendiğinde olaylarda sizin adınız geçtiği için ilk tutuklanıp ifadesi alınacak olan siz kendiniz oluyorsunuz. Bu nedenle çok dikkatli davranmanızı tavsiye ederim. Ne yazık ki günümüzde artık herkes herkesin TC Kimlik numarasını ve kişisel bilgilerini öğrenebilmektedir. Alışveriş yaptığınız yerlerden veya bilgilerinizi paylaştığınız başka yerlerden bilgilerinizin çalınma ihtimali var. Ancak siz her şeye rağmen hiç bir tedbiri elinizden bırakmayın, dikkatli olmaya devam edin.

Üniversite mezunu iseniz iş ararken bitirdiğiniz önemli kursların ve başarılarınızın bir takım sertifikalarını, belgelerini internette yayınlamak isteyebilirsiniz. Bu hatayı yapmayın, kişisel bilgilerinizi ve kimlik bilgilerinizi gösteren herhangi bir belge yayınlamayınız. Zira suçlular hapisten kaçmak için her türlü yazınızı internette çoğaltacaktır, internette yüzlerce yayınla karşı karşıya kalabilirsiniz. Ayrıca kime ne zaman hangi belgeleri verdiğinizi de unutmayınız, her ihtimale karşı hatırlayınız. Saygın kurumlarda sorun çıkmayacaktır.

Bu tür dolandırıcılar ile yaklaşık on yıldır sorunlar yaşıyorum, sosyal ve ekonomik olarak mağdur oldum. Yukarıda yazdığım dolandırıcılık yöntemlerinin yüzde doksan dokuzunun mağduruyum. Öğrendiğim ilk günden beri sürekli ihbar ve şikâyetlerde bulunsam da yakalananların sayısı çok az, ama sıfır değil. On yıldır beni mağdur ederek bu tür suç gelirlerinin sahibi olan suçlular izlerini kaybettirdiler ve hiç bir zaman ceza almayacaklarını sanıyorlar. Oysa soruşturma dosyalarının neredeyse “devamlı arama kararı” var. Onları buluncaya kadar arayacaklar, ben de onların izini sürmekten hiç bir zaman vazgeçmeyeceğim. Zira bana çok zaman ve para kaybettirdiler, hatta iş hayatımı bozdular diyebilirim.

Sizi kötü durumlara düşüren, ekonomik ve sosyal hayatınızı bozan, insanların size şüphe ile bakmasına neden olan ve çoğu zaman ailenize de saldıran bu tür suçlulara kızıp öldürmek isteyebilirsiniz. Bunu yapmayın. Onları mahkemelere bırakınız, hapis yatmaları yeterli olacaktır. Hapis cezası küçümsenecek bir ıslah etme yöntemi değildir. İnanın yeterli olacaktır. Ancak şikâyetçi olmaktan vazgeçmeyin, sizin başınıza gelenler başkasının da başına gelmesin. Zira sizin başınıza gelenler de çok kötü bir şeyler olacaktır.

20/10/2024

Cevat Çalışkan

ANASAYFA , HAKKIMDA , CV’İM , İNŞAAT MÜH. , YÖNETİM B. S. , İŞLETME , BLOG , İLETİŞİM