Category Archives: SİYASET

Günümüzün Savaşları

Savaş deyince beynim duruyor, bir şey söyleymiyorum. Televizyonlardan izlediğim felâketler ve katledilen masum insanlar geliyor gözlerimin önüne. Konunun uzmanı değilim, biraz geç de olsa duygu ve düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Bu güne kadar söylenmedik ve yazılmadık şey kalmadı. Birkaç cümle de benden. Söylemek istediğim çok şey var, ama hem nereden başlayacağıma karar veremiyorum hem de yazmak zor geliyor. Bu yazı uzun zaman boyunca taslaklar şeklinde ilerleyecek ve onu tamamlamam belki de aylarımı alacak. Adım adım ilerleyeceğim.

Son zamanlarda televizyon yayınlarında karşımıza “stratejist, araştırmacı, ..” v.b. ünvanlara sahip kişiler çıkıp konuşuyorlar ki, bunlar savaşı yaşamış olan insanlar değil. Afetler çeşit çeşittir, seller, depremler, orman yangınları, savaşlar… Afetler ile ilgili bir durum var. Meselâ depremi ele alalım. Okullarda öğrendiğimiz ve kitaplardan okuduğumuz deprem şiddetleri dağları ters çevirecek güçtedir ve çok büyük merakla, sükûnetle okuyoruz. Depremin ne olduğunu ise orta şiddetli bir deprem bizi hoplatıp sarstığında anlıyoruz. Teori ile pratik, yani tecrübe insanda farklı şiddette izler bırakıyor.

Savaşlar binlerce yıldır devam ediyor, çünkü Dünya’nın kaynakları kıt. Birinin karnı doyunca, diğeri aç kalıyor. İnsan sürüleri ekilebilir tarım arazileri için ve petrol gibi enerji kaynakları için savaşıyorlar. Savaşları durdurmak konusunda ben ümitsizim. Bana öyle geliyor ki, savaşlar her zaman olacak.

Her şeye rağmen barışı savunuyorum. Her zaman istemişimdir ki, süper güçler barış içinde yaşayarak diğer ülkelere örnek olsunlar. Ancak bunlar yüz yıllar boyunca birbirilerinin canlarını öyle yakmışlar ki, nefretten gözleri hiç bir şeyi görmüyor. Bilime yatırımlar yapılarak gıda sıkıntısına bir çözüm bulunabilir, teknoloji ilerletilerek Dünya daha yaşanası bir yer haline gelebilir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında milyonlarca kişi öldü, yüzbinlerce kişi intihar etti, şehirler yerle bir oldu. Savaş her zaman kan ve göz yaşı getiriyor. Tekrar aynı yıkımın yaşanmaması için ülkeler Birleşmiş Milletler çatısı altında birleştiler. Adolf Hitler benzeri işgalciler harekete geçtikleri zaman Birleşmiş Milletler de harekete geçip asayişi sağlıyor. İşgal plânları olanlar için Birleşmiş Milletler bir numaralı engeldir, dolayısıyla herkes tarafından onaylanmıyor.

Savaşları durdurmak imkânsız gibi bir şey, bu durumda savaşlar er ya da geç bizim kapımıza da dayanıyor ve ister istemez biz de taraf oluyoruz. Ama eğer saldıran biz olacak isek, yani “işgalci, fatih, …” ya da adına ne derseniz biz olacak isek, karşımızda Birleşmiş Milletleri buluruz. Irak’ın Kuveyt’i işgal etme girişimi üzerine Birleşmiş Milletler harekete geçti ve hava saldırılarında on binlerce ton patlayıcı atıldı, milyonlarca Iraklı öldü. Saddam Hüseyin’in kimyasal silâh ürettiği de söyleniyordu, ancak bu ispatlanamadı. Batı ile İran arasındaki sürtüşmeler devam ederken sıra kimde diye düşünmeye başladık. Bölge kızışmıştı.

Ben barışı savunuyorum ve barış istediğimde sadece savaşın ne kadar kötü olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Milyonlar katlediliyor, on binler intihar ediyor ve dile getirmek istemediğim bir sürü kötü şey daha oluyor. Barış istemek güçlü olandan barışı dilenmek değildir, bir farkındalık durumudur. Gerçek barış savaşa her zaman hazır olarak sağlanır, barış isteyen ülke caydırıcı bir güce sahip olmalıdır. Bu kadar mı, bitti mi? Bu kadar basit mi mesele? Tabi ki, hayır. Devamı var. Barış olması için “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lidere sahip olmak gerekiyor. Yani barışı istemek, barışçı bir politika sürdürmeyi gerektiriyor.

Son yıllarda önce Ukrayna Rusya Savaşı başladı. Haritada bize uzak olan bir bölge olduğu için oranın hassasiyetlerini, şartlarını bilmiyordum. Bugün de çok şey bildiğim söylenemez. Ancak Ruslar ile Ukraynalılar aynı soydan ve aynı dilden gelmektedir. Geçmişteki bazı siyasi olaylar nedeniyle ayrı yaşıyorlardı. Rusya, kendi sınırındaki bazı azınlıklara yapılan kötü muameleyi öne sürerek Ukrayna’ya saldırdı. Saldırının ilk haftalarında 2 binden fazla Rus askeri ailelerine teslim edilmek üzere buz dolaplarının içine sokuldu. İki tarafın da kayıpları az değil ve savaş ilerledikçe barış anlaşması yapma ihtimali gittikçe azalıyor. Günümüzde Rusya, “tüm Ukrayna’nın Rusya’ya ait olduğunu” söylüyor. Rusya’nın yaptığı son açıklamalarda ise meselenin toprak meselesi olmadığı, Rusya’nın kendi sınırlarında NATO ortağı bir ülkenin bulunmasını sakıncalı bulduğu söyleniyor. Rusya’nın asıl meselesi Ukrayna’nın NATO ile ortak hareket etmesi imiş.

NATO’nun desteğini alarak ve topraklarındaki yer altı kaynaklarını vererek satın aldığı silâhlar ile Ukrayna, yenilmeden bu güne kadar gelebildi. Dönem dönem barış anlaşmaları yapmak üzere masaya oturulsa da bunlardan daha sonuç çıkmadı. Ufukta savaşın devamı var. Barış, yani anlaşma tek yol ile olabilir: iki tarafın karşılıklı olarak tavizler vermesiyle. Ancak bu kadar çok asker kaybettikten sonra Rusya hiç bir şey almadan ayrılmaz, Ukrayna da hiç toprak kaybetmek istemez. Çok bilinmeyenli bu denklem nasıl çözülecek?

Sonra yakınımızdaki Filistinde sorun çıktı. Hamas’ın askerleri 1300’e yakın Musevi askeri öldürdü veya esir aldı. Bunun üzerine kendilerine mücahit diyen ve kendilerini bu savaşın tarafı olarak görenler ki, savaş varsa taraflar da vardır, büyük heyecan ve zafer coşkusuyla mesut oldular. Ancak İsrail’in cevap vermesi uzun sürmedi ve bir dram yaşandı. İsrail’e saldıranlar o toprakları Arap toprağı ve daha ötesi Müslüman toprağı olarak görmektedir. Aynı durum Musevilerde de var, onlar da oraya “Tanrı tarafından vaad edilmiş topraklar” diyorlar. Her iki taraf da ölen kendi askerlerine şehit diyor ve onların cennete gideceklerine inanıyorlar. Aslında yüzlerce yıl önce beraber yaşamış olan bu toplumların inançlarında ve ibadetlerinde büyük benzerlikler olmakla beraber günümüzde baki kalan tek şey savaştır.

Daha önce Adolf Hitler’in onlarca milyon insanın ölümünden sorumlu olduğunu söylemiştim. Adolf Hitler, onayladığım ve desteklediğim bir lider değil. Ancak günümüzdeki tabloya baktıkça Adolf Hitler’in kitabından bazı bölümler geliyor aklıma. Adolf Hitler’in söylediği şeylerden birisi “batılı ülkelerin doğu veya orta doğu ülkesine saldıracakları zaman o ülkenin topraklarında yaşayan bir topluluğu (azınlığı) bahane ederek savaşı o topluluğu kurtarmak amacıyla başlattıklarını iddia etmeleridir”. Rusya’da benzer bir durum mu var? Kim bilir?

Bir diğer nokta da Adolf Hitler, tüm Alman Irkı’nı birleştirmek için ortak bir hedef, bir düşman olarak Musevileri göstermesidir. Adolf Hitler, Musevilerin Almanya’ya saldırı halinde olduklarını yazıyor. Ama yazmadığı bir şey var. Musevilerin dini inançlarında düşmana saldırırken sadece askerleri değil, kadınları, çocukları, yaşlıları ve hatta ev hayvanlarını öldürmek bile emrediliyor. Bu inançları günümüz Gazze’sinde sürdürüyorlar. Taş üstünde taş bırakmadılar, on binlerce kişi öldürdüler. Sağ kalanların durumu da vahim. Böyle bir inanca sahip bir topluluk Adolf Hitler gibi bir psikopatın gözünden kaçmadı galiba.

İsrailli yerleşimciler geçmiş yüzyılda adım adım Filistin topraklarını ele geçirdiler ve son durumu tüm Filistin topraklarını ele geçirmek için bulunmaz bir fırsat olarak görüyorlar. Dünya’daki protestolara rağmen, 400 milyondan çok fazla olan Arapça konuşan nüfus ise Filistin için fiilen savaşmadı. Hatta çok sayıda Arap ülkesi, İsrail’in müttefikleri ile müttefik. Kendi sınırları içinde onların askeri üstlerini barındırıyorlar. Konu gayet açık, çölde petrol satmadan yaşamak mümkün değil ve Araplar petrollerin müşterileri ile iyi geçinmeye çalışıyorlar.

Tüm Dünya’da tepkiler oluştu, çok sayıda siyasetçi açıklamalar yaptı. Peki bu siyasetçilerin sesi neden cılız çıktı biliyor musunuz? Çünkü onlar barış isterken, aynı zamanda Musevileri öldüren savaşçı grupları destekliyorlardı. Yani onlar da bir taraf idi.

Kimin haklı olduğunu aramak yerine, mevcut şartlar altında Gazze’de bir trajedi yaşandığını görmek gerekiyor. Onbinlerce çocuk savaş ve açlık nedeniyle öldü. Hukuken kendisine dayanaklar yaratmış olsun veya olmasın, İsrail aşırıya kaçmaktadır. Sivil hedeflere saldırdığını her gün televizyon haberlerinde iziliyoruz. İsrail, mevcut durumdan faydalanarak orantısız bir şiddet uyguluyor. Eğer bu savaş kurallarına uygun ise, bu kurallar bir an önce değiştirilmeli. İnsan hayatı değerlidir ve her türlü ideolojiden üstündür. Şu an bölgedeki yardımların dağıtılmasında sıkıntı var. Türk Milleti, böyle bir durumda kendisi birkaç hafta aç kalır ve Gazze’ye yardım gönderir. Ancak yardımların çocuklara ulaşması engelleniyormuş.

Ben bu yazıyı uzun sürede yazacağımı söylemiştim ve ben yazımı tamamlamadan Gazze’ye barış geldi. Hamas ile İsrail anlaşma yaptılar. Gazze’de tüm halk, özellikle çocuklar, sevinç içinde.

Peki bu çatışma nasıl başladı, bir düşünelim. Her şeyden önce Museviler oraya gelip yıllar geçtikçe o toprakları ele geçirmeye başladılar. Bir Arap İsrail savaşı oldu ve İsrail o savaşı kazandı, çünkü savaştan önce çok talim ve deneme yaptı. Yani savaş başlamadan önce çok tecrübe kazanmıştı. İlerleyen senelerde Filistin halkı abluka altında yaşadı. Öyle bir hayat kolay değil zaten, ama Filistin dışındaki Müslümanlar Filistinlileri sözlü olarak desteklediler ve belki de kışkırttılar. Filistin dışındaki Müslümanlar, Kur’an-ı Kerim’de yazılı olan şartların var olduğunu söylüyorlardı. Sözünü ettiğim şartlar var olduğunda Kur’an öldürmeyi emrediyor. Bununla ilgili emirler Bakara, Ali İmran veya her iki surede yer alıyor. Kur’an-ı Kerimi ezbere bilmiyorum.

Özet olarak Filistin dışında yaşayan ve Filistin’de savaş isteyen bir Müslüman kitlesi vardı. Bunun üzerine Hamas saldırdı ve İsrail cevap olarak katliam yaptı. Yani o da kendi dininin emirlerine uydu. Düşmanı öldürme kuralı ve emri her iki tarafın kitaplarında var. Önemli olan daha yapıcı ve olumlu bir yaklaşıma sahip olmak, barışı istemek. Ancak İsrail’in o coğrafyada işgal niyetiyle bulunduğunu bilmek işleri zorlaştırıyor. Filistin konusu kanayan bir yara, orada her zaman çatışma çıkma ihtimali var. Ama bugün yapılan barışın değerini bilelim, Filistin halkı birkaç iyi gün görsün.